Gürsel Köksal: “Göçmen politikacıların solcu olması şart değil”

Gürsel Köksal: “Göçmen politikacıların solcu olması şart değil”
Yayınlama: 28.07.2023
Düzenleme: 28.07.2023 23:41
179
A+
A-

Batı Avrupa ülkelerinde bir yandan politikalarının merkezine göç ve göçmenlere ve tabii ki sığınmacılara karşı düşmanlığı, ayrımcılığı oturtan siyasi güçlerin başarılarını gözlerken, diğer yandan da bu ülkelerdeki göçmen kökenli politikacıların siyasi süreçlerde ve devlet yönetiminde de etkili olduğunu görüyoruz. Ve daha önemlisi göçmen kökenli politikacıların eski dönemlerde olduğu gibi sadece sol ve sosyal demokrat partilerde değil, sağ ve liberal partilerde de kariyer yaptığını görüyoruz. 

Aynı durum göçmen kökenli seçmen davranışları açısından da geçerli. Seçimlerde sandık başına gidenler artık eskisi gibi sadece siyasi yelpazenin solundaki partileri tercih etmiyor.

Foto: Martijn Beekman / www.government.nl
Dilan Yesilgoz, minister van Justitie en Veiligheid Beeld: ©RVD – Valerie Kuypers en Martijn Beekman / www.government.nl

Son olarak Hollanda’da önümüzdeki günlerde boşalacak olan başbakanlık koltuğu için en güçlü aday olarak Türkiye kökenli politikacı Dilan Yeşilgöz-Zegerius’ın adı gündemde. 12 Eylül faşist darbesinin ardından kaçak yollarla yurtdışına çıkarak Hollanda’da siyasi mülteci olan Kürt sendikacı Yücel Yeşilgöz’ün kızı olan Dilan Yeşilgöz, halen Adalet Bakanlığı’nı yürütüyor. Seçilmesi halinde Hollanda’nın ilk kadın ve göçmen kökenli başbakanı olarak tarihe geçecek olan Yeşilgöz, yedi yaşındayken annesi ve kardeşiyle birlikte bir tekneyle Yunanistan’ın İstanköy Adası’na geçip, kendilerinden önce Hollanda’ya sığınan babasının yanına gelmiş. 

Bu ilginç geçmişin üzerine de daha da hareketli bir siyasi kariyer eklemiş. Siyasete Sosyalist Parti’de başlamış, sonra sosyal demokrasiye, daha sonra da Yeşiller’e transfer olmuş, son olarak da merkez sağdaki Halkın Özgürlük ve Demokrasi Partisi’ne (VVD) geçmiş. Kuşkusuz Başbakanlık’a getirilmesi halinde VVD’nin sağ liberal politikalarının uygulayıcısı olacak, ancak bu durum elbette göçmen ve sığınmacı karşıtlığı yaparak oy avcılığı yapan, aşırı sağcı, faşist eğilimli popülist partilerle mücadele açısından önemli bir gelişme. Son yıllarda bu tip politikacıların artması, göç ve göçmenliği toplumsal bir anomali olarak gören, çoğunluk toplumuyla azınlıklar arasında çatışmalı, gerilimli bir geleceğe hazırlanan sağcı ideolojilerin karşısındaki direnişe katkı verecek. Çünkü sağdaki göçmen politikacılar da ister istemez bu direnişin bir yerinde olacaklar. 

Tabii ki bütün bunlardan Avrupa’da günümüzün en büyük krizi olarak ilan edilen ve giderek daha da sertleştirilen önlemlerle çözüm aranan “sığınmacı sorununa” insani çözümler çıkmaz. Bu, göç açısından bir “normalleşmeyi” gösteriyor.

KAPTIRMAK İSTEMİYOR

Bir süredir çeşitli Batı Avrupa ülkelerinde her birinin göç hikâyesi ve göçle bağlantısı daha farklı olan politikacıların “başarılı kariyerlerini” izliyoruz.

Kökleri Hindistan, Kenya ve Tanzanya’ya kadar uzanan Rishi Sunak’ın Birleşik Krallık Başbakanlığı’na, Pakistan kökenli Humza Yousaf İskoçya Başbakanlığı’na getirildi. Almanya’da uzun yıllar ülkenin önde gelen partilerinden biri olan Yeşillerin genel başkanlığını yapan Cem Özdemir, federal hükümette Gıda ve Tarım Bakanlığı’nı yürütüyor. Aynı partiden Danyal Bayaz iki yıldır ülkenin ekonomik olarak en güçlü eyaletlerinden Baden Württemberg’de Maliye Bakanı ve kısa bir süre sonra belki de Başbakanlığı’na getirilecek, yine aynı partiden Muhterem Aras yedi yıldır bu eyaletin meclisinin başkanlığını yapıyor.

Başka örnekler de var. Göçmen kökenli politikacılar ağırlıkla SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi), Sol Parti’de ve bir zamanlar sol olarak görülen Yeşiller’de yoğunlaşıyorlar. Ancak merkez sağ ve liberal partiler de son yıllarda göçmenlere kapılarını açmak zorunda kalıyorlar. Bu bir toplumsal gelişmenin sonucu olarak kabullenmek zorundalar, çünkü göçmenlerin oy potansiyelini sol, sosyal demokrat ve yeşillere kaptırmak istemiyorlar.

FARK YARATABİLİR

Almanya’dan bir örnek…

Geçmişteki seçimlerde zaman zaman Türkiye kökenli seçmenlerin, yani Alman vatandaşlığına geçmiş olanların tercihlerinin sonuçları etkilediğine dair yorumlar yapılırdı. Bu her zaman olmasa da tabii ki doğruydu. Ancak bu durumu kanıtlama şansı yoktu.

Geçenlerde Almanya’nın önde gelen metropollerinden Mannheim’da yaşanan büyükşehir belediye başkanlığı seçimiyle bu durum kanıtlandı. Sosyal demokrasinin kalesi olarak bilenen Mannheim’daki bu seçimin ikinci turuna üç aday katılıyordu. CDU (Hıristiyan Demokrat Birlik) adayı, liberallerin ve sağcıların desteğini alarak ilk turu önde tamamlamıştı. Ancak gözlemcilerin çoğu ikinci turda Yeşiller ve Sol Parti’nin desteğini garantileyen SPD adayının yarışı önde götüreceğine emindi. Fakat bir de kendisine şans tanınmayan bir üçüncü aday vardı. Sonuçta ikinci turu sağcı aday, oyların yüzde 49,9’unu alarak kazandı.

Sosyal demokrat adayın oyları ise yüzde 48,7’de kaldı. Türkiye kökenli iddiasız üçüncü adayın oy oranı ise yüzde 1,3 idi. Hiç de iddiası olmayan bu aday ikinci tura katılmayıp, daha önce kendisinin de üyesi olduğu SPD’nin adayını destekleseydi, büyük bir olasılıkla sonuç farklı olacaktı. Kaybetti, ama Almanya’nın önde gelen bir metropolünde 50 yıllık sosyal demokrat egemenliğinin çözülmesine yol açarak tarihe geçti.

Göç olgusu Batı Avrupa’da halen bir çatışma alanı. Ancak diğer yandan da hızlı bir normalleşme yaşanıyor. Göçmen kökenli politikacılar ve seçmenler de, gün geçtikçe daha da belirgin olan çok yönlü, çok renkli varlıklarıyla bu normalleşmeyi besliyorlar. (gk) 

YENİ POSTA – FRANKFURT

FOTO: Leonhard Lenz / commons.wikimedia.org

KAYNAK: birgun.net